Bu meclisten umutluyum

M. Kemal AYÇİÇEK – 3 Ekim 2011

Uzun tatil çok uzun, bu Milletvekilleri bu kadar uzun tatili hak etmiyor..22 Haziran seçimlerinin ardından hemen tatile girmişti TBMM üyeleri..bana göre uzunca tatil yapıyorlar, bu tatilleri ilkokul, ortaokul veya lise öğrencileri gibi üç ay olacağına bir ay tatil ile yetinmeliler. Milletvekilleri, kendi seçim bölgelerinde o bir aylık dönemde gezsin, yeter ama üç aylık tatil ülkemiz için bana göre baya bir lüks oluyor. Neyse toplandılar..

TBMM’nin DTP’li milletvekillerinin de yemin etmesi ile yeni yasama faaliyetlerine başlaması bana umut verdi. Bu meclis, herhalde cumhuriyet tarihimizin en fazla konuşulacak ve tarihe geçecek icraatlarını gerçekleştirecek bir meclis olacak, bana öyle geliyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açılış konuşmasını baştan sona nefes almadan izledim ama hemen ardından MHP lideri Devlet Bahçeli’nin bu konuşmayı “vasat” olarak değerlendirmesini anlayamadım. Ya önceden böyle bir tutum için karar almışlardı yoksa konuşma daha haber bültenlerine düşmeden MHP liderinin “vasat” nitelemesini yadırgadım.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu başta olmak üzere CHP milletvekillerinin TBMM’deki açılış öncesi meclis bahçesinden çeşitli tv kanallarından yorumlarını izledim, gerçekten iyi bir muhalefet ortaya koyacaklarının kararlılığını gördüm. Buna sevindim. Çünkü, demokratik ülkelerde iktidarları çalıştıran aslında muhalefettir ve öylede olması gerekir. İktidar, “nasılsa biz iş yapıyoruz, nasılsa muhalefet bizim hızımıza yetişemiyor” rehaveti içinde olmayacak ve daha diri ve daha dikkatli ve de eskisinden daha kararlı ve etkili bir çalışma ortaya koyacak. Bunu da iktidar milletvekillerinin yorumlarından anlıyorum. Bu meclis, tarihe geçecek bir meclis olacak. Neresinden bakarsam bakayım, ben öyle algıladım. Umarım da yanılmam ve bu meclis, yeni bir ilk sivil Anayasa yapabilen bir meclis olarak tarihteki yerini alır.

DTP Milletvekillerine gelince benim dikkatimi Leyla Zana’nın yemini yaparken ki dilinin sürçmesi çekti. “Türkiye milleti” dedi evet, “türk milleti” yerine ama bana kalırsa zaten Türk milletinden de kasıt Türkiye Milleti olduğuna göre sorun olacak bir konu değil. Ama DTP milletvekillerinin gerçekten TBMM’nin üyeleri olduklarını gönülden dile getirmeleri, onların aslında bizim Milletvekillerimiz olduğunu da hissettirdi. Yani sanki bu ülkede  mesela biz Trabzonluyuz diye bir sıkıntımız ya da sorunumuz varsa ilada  salt Trabzon milletvekillerine gidecekmişiz gibi bir algımız var, bu yanlış bana göre. TBMM’deki isterse istanbul’un en sosyetik Milletvekili olsun o da benim bir milletvekilim  ve ben sorunumu fırsatını bulursam ona da aktarabilmeliyim. Yani TBMM’nin her üyesi, bu ülkenin dört bir yanındaki vatandaşında milletvekilidir. DTP Milletvekilleri de sanki salt Doğu ve Güneydoğu Anadolu Milletvekilleriymiş gibi bir algı oluşturdu. DTP’li vekillere bir şey söyleyeceksem benimde illa kürt olmam gerekmiyor, onlarda beni kürt olmadığım için dinlememezlik ya da muhatap almama konumunda olmamalılar. TBMM açılırken yapılan yeminlerden DTP li milletvekillerinden de ben bu elektriği aldım ve onlarda gerçekten Demokrasiye inanmış birer insanlar olarak görevlerini yaptılar.

Şimdi bazı gazeteciler gibi illa da TBMM’nin kulislerinde var olmak gerekmiyor. Nasılsa her şey  TRT3’ten canlı olarak yayınlanıyor. Siz o yayınlardan veya TV’lerden yapılan canlı yayınlardaki yorumlardan hangi partinin hangi politikayı izleyeceğini ya da gelecekte neleri nasıl yapacaklarına dair fikirleri verebiliyorlar. Gel gelelim TBMM’nin yeni başkanı Cemil Çiçek’e..TBMM’nin açılışı öncesi ortaya koyduğu sağduyulu ve akil adam rolündeki tavrı  ile TBMM’nin daha önceki başkanlarından farklı olacağını ortaya koymuş oldu. ..……………….yazının devamı için tıklayın

CHP’nin bir belde teşkilatındaki balkon sohbeti

M.Kemal AYÇİÇEK-6 Haziran 2011

Olabildiğince siyasetten uzak yazılar yazmaya özen gösteriyorum. Sözüne itibar ettiğim dostlarım, “boş ver, sen siyaset yazma” derler, ben bunları dikkate alıyorum. Zaten bunun farkındalar da ama öyle zamanlar oluyor ki, yazılmadan geçilemeyecek sohbetlerimiz de oluyor. Nitekim, tüm bu seçim atmosferini hep birlikte aynı toplumla yaşıyoruz. Kimileri, bir kentin kız erkek demeden, yediden yetmişine, varan bir sevdasını, kalkıp siyasete alet ederek, “ucuz politika” yolunu seçerken, yazı yazan bir insan ister istemez işin içinde buluveriyor kendini.

 

Araklı’da karadere vadisinde, çay içmeye bir yer aradım. Şöyle vatandaşların bulunduğu bir kahve, bir çay ocağı fark etmezdi, fakat nerde bulabilirim bunu bilmiyordum. Önceleri Bifara, şimdiki adıyla Merkez köy’de bulabilirim diye umut ettim, girdim yola. Bifara hanları vardı eskilerde, tarihi bir köprüsü vardı, yolun her iki yakasında da kahvehaneler vardı o zamanlar. Belki yine vardır diye umutla gittim ama yoktu. Sadece Ramazan’da açık olan bir yer varmış ama orası da kapalı tabi. Çok özel bir çay değildi aradığım, sıradan bir yer olsun, vatandaşlar bulunsun, ve o vatandaşların gündemleri nedir diye onları dinleyeyim, çay bahanem olsundu tüm amacım. Bana Erenler’i önerdiler. Eski adıyla zimladeresi diye bilinen yine eskiden hanları olan bir yer. Karadere vadisine giren herkesin rahatlıkla bildiği bir yer burası.

 

Üç- beş dükkanın bulunduğu, dereye nazır bir balkonu bulunan pirzolacısı bulunan ve az daha yukarısında da belediye binası ve camii ve kur’an kursu bulunan bir yer. Burası Araklı’nın en güzel köylerinden birinin, Kestanelik köyünün de hemen altında olan yer. Altı dükkan, üstü de CHP’nin belde teşkilatı yazılı kıraathanenin balkonuna geçtim. Kahvehanenin içinde üç masada kağıt oyunları vardı. Balkonda da 4 kişi oturuyordu. Yol boyunca Saadet Partisi’nin flamaları, belli bir düzenle asılmıştı ama Zimla deresine varınca CHP ve Ak parti flamaları gözüküyor sadece. Yoldan geçen Has Partili bir seçim aracının anonsları oldu. Bir çay, ardından bir daha ……………………..yazının devamı için tıklayınız

MHP’li koca, AKP’li eşini dövmüş ama hala öfkeli!

M. Kemal AYÇİÇEK – 30 Mayıs 2011 

 Kimilerine göre ülkemizde bir seçim havası
yok gibiyse de artık son virajlara gelindi. Bundan sonrası kıran
kırana bir heyecana dönüşür artık. Bu tarz siyasi partilerin
yarışlarında her seçim öncesi şunun altını çizdim. Seçime
katılan 15 siyasi parti ve bağımsız adaylar vatandaşa kendini
beğendirebilmek ve “ben senin hizmetkarınım” diyerek, seçmene
kendini seçtirme yarışında. Onun için seçmenler burada
profesyonel olmalı ve bu işin tadını çıkarmalı. Çünkü, tüm
partiler de adaylar da onun huzurunda, o yani seçmen, burada
partiler üstü bir konumdadır.

 Kim bana “durumu nasıl görüyorsun” diye
sorsa, önce  gülüyorum sonrada seçmenin profesyonel olması
gerektiğini söylüyorum. Lakabı “kobra” diye bilinen bir
arkadaşım var, söylemesi ayıp, en sadık okurlarımdandır. O,
yazılarımı adım adım takiple de kalmaz, bir gün öncesinden “ne
yazdın?” diye de sorar zaman zaman. Yazılarımı okur, sonrada
hemen sıcağı sıcağına “güzel yazmışsın” der, tebrik eder. Ben de
ona saygı duyarım, o kimilerinin hani “46”lı diye tabir ettiği
 tiplerden. Çoğu zaman “normal”dir ama zaman zaman da hiç
ummadığınız biri oluverir karşınızda. Ekmek parası der, çer,
çöpten ekmek çıkarmak derdindedir aslında . Denizden midye
çıkarır bunu paraya çevirmeye çalışır, güvercin atığı bulur bunu
değerlendirir, limanda dökülen buğdayları toplar tavuğu olana
verir, yardımsever, can kıymeti bilen, delikanlı bir kimliğe
sahiptir.

 Zaman zaman  yetiştiği kültür, çevre ona
saygısızca davranır. O eski “ülkücü”lerdendir. Satmaz partisini,
onca yıllar( 80 öncesi) kimselerin ulaşamayacağı yerlere,
dağlara tepelere yazdığı yazılarla övünür. Bu son dönemlerde
teşkilattan istediği gibi bir tavır göremeyince kendince
kırgınlığı var ama yine de MHP’ye toz kondurmuyor. Partililerin
kendilerini harcadığından yakınsa da o dedim ya “eski ülkücüler”
den.. onca koşturmaya karşı sadece aldığı 200 doları hatırlıyor
maddi olarak. Zaman zaman o bana getirir duyumlarını, piyasa
nabzını iyi tutanlardandır. Kısaca Referandumda da seçimlerde de
ayaklı gazete gibidir.

 Her zaman ki gibi sabah erkenden ekmek
peşindedir.…………………..yazının devamı için tıklayınz

Bayburt, “Doktor yılan”larından utanıyor mu?

M. Kemal AYÇİÇEK- 16 Mayıs 2011
Kimileri bu başlığa
bile kızabilir, öyle ya “Bayburt-Yılan” yan yana getirilir
mi? Ya da, yılanların ürkütücü bir hayvan olması, tüm
kızgınlıklarımız da ve nefret ifadelerinde “yılan”ı olumsuz
cümlelerimiz de kullanıyor olmamız, ister istemez Bayburt
ile Yılan’ın yan yana getirilmesine de tepkili olunmayı
gerektirebilir. Fakat, tüm olumsuz bakışların aksine Bayburt
ile Yılanları bağdaştırmanın çok da kötü algılara yol
açacağını düşünmüyorum.

Sivas’ın Kangal
ilçesindeki balıklı kaplıca da “Doktor balıklar” a inanılıp,
onlarla şifa dağıtıldığının tüm resmi kaynaklarda yer almasına
karşın, Bayburt’un Kırkpınar (çıphınıs) köyünde her yıl Mayıs
ayının ortasından  (20 Mayıs ile 5 Haziran) Haziran ayının ilk
haftası sona eren “Yılanlı tedavi” son 20 yıldır sürüyordu.
Şimdi buna  Bayburt valiliğince “Yasak” konmuş. o yasağı ben ne
o köye ne de Bayburt’a yakıştıramadım açıkçası. Saçma, anlamsız
ve gereksiz bir yasak yani.

 

 

“Bayburt Valisi
Kerem Al, AA muhabirine yaptığı açıklamada, “Yılanlardan şifanın
tıbbi olarak mümkün olmadığının belirlenmesi üzerine valilik
olarak bu konuyu yasakladık. Yılanla tedavi yapanları tespit
edersek haklarında yasal işlem başlatacağız. Her yıl mayıs
ayında basında yer alan yılanla tedavi edilen insan görüntüleri,
hem Sağlık Bakanlığımızı, hem de valiliğimizi rahatsız
etmekteydi. Bunun için tıbben mümkün olmayan böyle bir şifa
arayışını yasakladık. Bu işin turistlik bir yanı da yok. Eğer
olsaydı yasaklamazdık” demiş..

 

 Gerekçeleri arasında
“yılanlardan şifanın tıbbı olarak mümkün olmadığının
belirlenmesi” ve “basında yer alan yılanla tedavi edilen insan
görüntüleri, hem sağlık bakanlığımızı ve hem de valiliğimizi
rahatsız etmekteydi” gibi ifadeler var.

 Şimdi sayın Vali Al’a
sormak lazım, o yılanların tedavi edici olup olmadıkları
konusunda valilikçe bilimsel bir çalışma yapılmış mı? (üstün
körü ve de günümüz doktor mantalitesi dışındaki bir anlayışla,
hani şifalı bitkiler karşıtı bir dayatma ve mantık ürünü)……………………….yazının devamı için tıklayın

Öyle bir gündü ki, sormayın!

M. Kemal AYÇİÇEK – 2 Mayıs 2011 

Suriye’de
olaylar çığırından çıkıyormuş, Türkiye’ye 263 mülteci sığındı
bile , Libya’da Kaddafi’nin küçük oğlu ve 3 torunu, NATO
Operasyonlarında yaşamlarını yitirmiş, Türkiye’de tüm siyasi
partiler tam gaz seçim çalışmalarına hız vermiş ama ben tüm
bunları es geçiyorum. Hatta şu  Telekomünikasyon  İletişim
Başkanlığı’nca “engel” konan 12 bin 341 websitesinden söz
edecektim, böyle “yasak”lı anlayışın ülkemizin gelişmişliği ile
bağdaşmadığını yazacaktım, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da
“ÖSYM Başkanı süreci iyi yönetemedi” dediği, YGS’deki “şifre
tartışmaları”na değinecektim ama yok ben yine Eminbey’i
dinleyeceğim bu hafta da. Çünkü Eminbey’i ilk defa böylesine bir
isyancı gördüm, yaşadığı bir günü anlatmaya başladı;

 

“Sabah işyerimi geç açtım.
Mesai günlerinin sonuncusu aslında ama gazete okurları var.
Sabahın erken saatlerinde gazete okumadan güne başlamak hemen
hemen bir alışkanlıktır okurlar için, magazin sever okurların
belki okuma saatleri biraz daha kuşluk vakitlerine varır.
Müşterilere haksızlık yaptığımın ezikliği içindeydim ki,
işyerimin önünde candan dost arkadaşım semih arabasında beni
bekliyor.

 

Birlikte açtık
işyerini..ben gazeteleri  stantlarına yerleştirirken o da gelen
müşterilerle ilgilendi.  Hava güneşli ama zaman zaman  rüzgarda
esiyor. Sabah kahvaltımızı bir sallama çay ve kekle yapıyoruz.
Bu arada Semih sık sık telefonla konuşuyor, sağdan soldan
aranıyor. Bir önceki gün sık sık çalan aynı telefonuna
bakmıyordu bile ama bugün daha bir farklı telefonlarda
dakikalarca konuşuyor. Tabi telefonlu mesailerde mutlaka bir
sıkıntı vardır. Yoksa durup dururken kimse öylesine telefonla
konuşmaz..………………………………..yazının devamı için tıklayınz

Kır kahvesindeki gündem

Çaylarımızı yudumlarken
bir kır kahvesinde, masada oturan orta yaşlı olanı, “Domuz,
patates tarlalarına dadanmış, zarar veriyor. Hele yaz
mevsiminde, fındıkları yatırıp, yiyor ki sormayın. Mecbur, gizli
gizlide olsa domuz avına çıkıyoruz. Vurduğumuz yerde de
bırakıyoruz.”diyor. Diğer tarafta oturan yaşlıca olanı da,
“denizde bile domuzu öldürene ceza veriliyor, sen karada mı
avlıyorsun, bari anlatma, yerin kulağı vardır” eklemesini
yapıyor. Bu arada, ayakta masaya takılan  birisi bana , göz
kırpıyor, “ne haber Turgay?” diyor sonra..Gülüyorum sadece, ses
çıkarmıyorum. Cevapta vermiyorum. Gelen gidenler var, sigara
içenler dışarıdaki masalarda oturuyoruz..

 

Masada oturan ama adını
bilmediğim o orta yaşlı olan, bana “Turgay” diyene, “o turgay
değil ki, bende benzettim ilk başta ama o değil” diyor. “Turgay”
sanan, biraz mahcup bir edayla uzaklaşıyor masadan..çaylarımızı
içerken, sağımda oturan bir tabaka çıkarıyor cebinden, sarma
tütünden sigarasını yapıyor, odun ağızlığına takıyor ve yakıyor.
“Kahvelerdeki Sigara yasağını bende beğeniyorum. 58 yaşındayım,
8 yaşından beri sigara içiyorum, biz tütün ekerdik, o zaman
başlamıştım”..o arada, nüfus kayıtları ile ana yaşları
arasındaki uyumsuzluktan söz ediyorlar, kardeşinin kendinden bir
yaş küçük olduğunu ama nüfusta 4 yaş farklı olduklarını, bir
diğeri de kız kardeşinin nüfusta ablası göründüğünden
bahsediyor.

 

Ben masada sadece
dinliyorum, insanlar tanımadıkları bir insana ne anlatır diye
bekliyorum, çayımı içip, onları dinlediğimi belli edince de
onlar anlatıyorlar. Hemen karşımda oturan bir ara cep
telefonundan Ali’yi arıyor, onunla konuşurken, avda kaçırdıkları
domuzu, gıranı (tepe) aşarken gördüğünü, o sırada Mehmet’lerin
köpeğinin Domuzun peşine koşarken,  onu çağırdığını ve onca yolu
yayan geldiklerini, köpeği de köprü ayağına bağladığını
söylüyor. “alsınlar onu oradan” diyor.  Başka birileri geliyor,
onlarda da taze haber var, bir Doğan’ın  mahallenin en fazla
yumurtlayan tavuğunu bir anda pirzolaya çevirdiğini, kendisinin
müdahale etmesine karşın başarılı olamadığını söyleyince hep
birlikte üzülüyorlar. Her gün yumurtlayan bu köy tavuğundan
haberi var demek, baya bir meşhurmuş bunu anlıyorum.

 

Laf lafı açıyor derken
tabi ki gündem Seçimlere geliyor. O yaşlı olan, 80 ihtilalinden
önce MHP’lilerin yoğunlukta olduğu mahallenin çeşmesine “CHP”
yazdırdığından söze giriyor, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun
açıkladığı seçim beyannamesinden mutluluk duyduğunu ifade ediyor
ama ardından da, “  söylediklerinin üçte birini yapar ancak, ona
da iktidar olması lazım, o da olmaz zaten”..Ardından AK
Parti’nin tüm Türkiye’de olduğu gibi burada da önde olduğunu,

Trabzon’da AK Parti’nin 4, CHP’den  Volkan Canalioğlu’nun,
MHP’den de Koray Aydın’ın TBMM’ye gidebileceğini umduğunu dile
getiriyor….devamı için  

Şu Türk Telekom, ne alem kurum

M. Kemal AYÇİÇEK –  18
Nisan 2011 

 

Şimdilerde hemen hemen her
evde internet var. Geçmişte her evde ev telefonu olduğu gibi..
ama bugün, eskisi kadar ev telefonu kalmayınca görüyorsunuz Türk
Telekom reklamlarını ve bedava konuşma gibi halkı cezbedici
kampanyalarını da tabi..eskiden herkesin “postane” olarak
bildiği kurumdan söz ediyorum. Şimdi özelleştirilerek, Türk
Telekom adını aldı. Şimdi öylesine özele varan hizmetler verir
hale geldiler ki, sizde Eminbey gibi şaşar kalırsınız..nasıl mı?

 

Eminbey, TTnet
müşterisi..bir süreliğine Ankara ve İstanbul’a gidiyor, bu
sırada internet ücretlerini ödeyemiyor. Yani 3 aylık
faturalarını..sonra geri döndüğünde 3 faturasını ödeyip, kuruma
kızgınlığı nedeniyle de hattının iptal edilmesini istiyor.
İnternet hattı, 2010 Aralık sonu itibariyle de kapanmış oluyor.
Aradan bir süre geçiyor, Eminbey’e TTnet’ten bir mektup geliyor,
mektupta kapanan internet hattının “açılış” ücreti olarak 16
lira para isteniyor. Eminbey, üşenmiyor varıyor TTnet’in ilgili
birimine ve “bu fatura neyin nesidir” diyor. Görevliler,
inceliyor ve ardından “internet hattınızın açılış ücreti
beyefendi” diyorlar. Kapanmış bir hattın “açılış ücretimi olur?”
diye diretiyorsa da görevliler, “iyisi mi sen bir dilekçe yaz
bizim müdüre” diye yol gösteriyorlar. Eminbey, orada yazıyor
dilekçesini ve ayrılıyor kurumdan. Aradan belli bir süre daha
geçiyor, bu kez o müdüre yazdığı dilekçenin cevabı geliyor.
Cevapta da aynen personelin söyledikleri anlatılıyor. Yani
müdür, cevapta, “kapanmış internet hattınızın açılış ücretidir.
Ve bu ücreti ödemekle yükümlüsünüz” diyor.

 

Eminbey bu öyle müdür dedi
diye alttan alacak hali yok ya, o anda da derdini anlatacak
kimsesi olmayınca basıyor kalayı, tabi aklına kim geliyorsa.
Tabi öncelikle bu kurumu özelleştirenlere, sonra görevini
savsaklayanlara vs. bunları anlattığı arkadaşlarının yanına ben
sonradan yetişebildim. Beni de görünce kestirmeden bir de bana
anlattı olayı.  “yaz bunları, bak eskiden yazdıklarınız işe
yarardı, şimdi yazdıklarınızdan da  bir şey…..……………………….yazının devamı için tıklayın

Vekillikte “çantada keklik” dönemi bitti!

M. Kemal AYÇİÇEK – 11 Nisan 2011  

TBMM 23. Dönem
milletvekilleri
, 2007 Türkiye genel seçimleri sonucu
meclise giren ve hâlen görevde olan milletvekilleri, Cumhuriyet
tarihinin şüphesiz çok önemli bir dönemi için isimlerini tarihe
altın harflerle yazdıran milletvekilleri olmuştur. Neden bunu bu
kadar emin söylüyorum, geçmiş dönemlerde halkın seçtiği nice
milletvekili, partisini para, makam veya herhangi bir nedenle
bırakabilirdi. Yani onlara kısaca “çantada keklik vekil” diye
bakılırdı ama 23.dönem milletvekilleri için böyle bir ifadeyi
kimse kullanamayacak..

Şimdi 24. dönem TBMM
oluşumu için 12 Haziran 2011’de yapılacak genel seçimler için
Milletvekili aday adayları, partilerin kendilerine göre
belirledikleri “seçim” yöntemleri ile belirleniyor ve her parti
ve 550 milletvekili aday adayı listesini Yüksek Seçim Kurulu’na
verdi. Bağımsız milletvekili adayları da dahil tabi. Şimdi eski
dönemlere göre çok daha “ince elenip, sık dokunan” bir çalışma
ile partiler, çok titiz bir seçim yapıp, Türkiye’nin geleceğine
yön verecek insanları TBMM’ye götürme çabasındalar. Burada tüm
partilere ve tüm milletvekili adaylarına başarılar diliyorum.
Kolay değil artık Milletvekili olmak, çok yönlü araştırmalar
sonucu vekil adayları belirleniyor. Eskiden olduğu gibi, öyle
hatır, gönül, vefa gibi duygularla ve hatta bastır parayı ol
milletvekili adaylığı dönemleri çok gerilerde kaldı. Öyle de
olmalıydı zaten.

Fakat Türkiye, satın
alınabilen milletvekillerini gördü geçmişte, bir takım
kişilerin, belki örgütlerin, belki sermayenin belki bir takım
başka odakların oyuncakları gibi seçildikleri partilere ihanet
edip, makam ve mevkiler belki vaad edilen farklı hediyeler(!)e
kandılar ama halkın verdiği oyların aksine hareket edip,
davalarına, partilerine, seçmenlerine ihanet ettiler. 23. dönem
milletvekillerinin tarihe altın harflerle geçtiklerini
söylerken, Türkiye’de olmayan olayların gerçekleşmesinde,  bir
takım tabuların yıkılmasına, yani bir takım davalarda
organerallerin bile yargı huzuruna çıkarılabilmeleri ve hatta
cezaevlerine bile girebiliyor olmalarına sebep olan alt yapıyı
oluşturan yasaları, taviz vermeden TBMM’den geçirmiş
olmalarından söz ediyorum. Öyle “Güneş motel” modelleri…….……………………yazının devamı için tıklayın

Gerçekte “Şampiyon kim” diye sorsanız?

MHP'li koca, AKP'li eşini dövmüş ama hala öfkeli!

M. Kemal AYÇİÇEK – 23 Mayıs 2011 


Türkiye’de genel seçim var. Kütahya’nın Simav ilçesi merkezli ama Ege ve Marmara’yı kapsayan deprem oldu, 3 vatandaşımız yaşamını yitirdi. İstanbul’da Polis helikopteri düştü, 4  can kaybına üzüldük.

Ama Futbol’da da dananın kuyruğu koptu ve Türkiye Süper liginde Fenerbahçe, Trabzonspor’la aynı puanı olmasına karşın, Averajla Şampiyon oldu. Bu  Şampiyonluğu kutluyorum ancak, elinizi vicdanınıza koyun ve gidin tüm Dünya’nın neresine giderseniz gidin, Türkiye’nin neresine giderseniz gidin ve bu şampiyonluk için sorun önünüze kim çıkarsa, “Gerçekte Şampiyon kim?” diye..ne cevap alırsınız? Buna herhalde Fenerbahçeliler hariç herkes, “Trabzonspor” cevabını verir değil mi?

Hiçbir Trabzonspor taraftarı, alınteri ile kazanılmayan Şampiyonluğu kabul etmez. Hiçbir Trabzonsporlu, Trabzonspor’un bir “lutuf”la, veya her hangi bir “himmet”le veya herhangi bir “hile” veya siz buna tabirimi mazur görün “ayak oyunu” ile olacak Şampiyonluğu asla kabul etmez, içine sindiremez ve hazzetmez. Zaten “Trabzonspor”luluk ile “Anadolu”luluk arasındaki özdeşleşmişlikte işte o duruşla alakalıdır. Futbol, neticede adı üzerinde “oyun”dur. Oyunun ciddiyeti, sahiplenme ve taraflılıkta zaman zaman ölçülerin kaçırılmış olmasına müsamahakâr davranılması, bunun “oyun” olmasıyla alakalıdır. Fakat, Futbol aynı zaman da “spor”dur. Spor, centilmenlik, kaynaşma,  kardeşlik ve yarıştır.

Fenerbahçe’nin Şampiyonluğunu kalkıp TV ekranlarından “bileğinin hakkıyla şampiyon oldu” diye ısrarla üzerine basa basa söyleyebilenler, şüphesiz ki kendilerini bu “oyun”da taraflı görenlerdir. Olaya objektif bakabilen ve de “taraf” mantalitesi dışında, genel ve “oyun” değil de “spor” açısından bakanlar, aynı sözü kesinlikle söyleyemezler. Türkiye’de geçmişten günümüze genel anlamda yapılmış tüm maçlara bakıldığında, yapılan tartışmalarda kulüp başkanlarından tutun maç hakemlerine kadar bir çok alanda çok boyutlu tartışmalar yapılmıştır. Spor müsabakalarına kimileri “oyun” gözüyle bakarken, kimileri “spor” kavramıyla bakmıştır. Sizde biliyorsunuzdur, bazı “oyun”lar için  “oyun hileleri” denilen şifreler vardır ama aynı şey “spor hilesi” diye yoktur. Oyunlarda “hile” vardır ama “spor”da hile olmamalıdır.

Zaten bilgisayar kuşağındayız ve bu kuşak, “oyun hileleri” konusunda bizim gibi yetişkinlerin yanında uzmandır. Futbol takımlarının taraftarları da bu yeni ve genç kuşak olduğuna göre sözünü ettiğim “oyun hileleri”n den en iyi anlayacak olanlarda bu taraftarlardır. Evet  Atatürk, “Ben sporcunun zeki çevik ve aynı zaman da Ahlaklı olanını severim” diyerek, sporun bu anlayışla ilerlemesini arzu ettiğini ifade etmiştir ama ya günümüzde bu Futbol başta olmak üzere hangi spor dalında, bu sözün gereği layıkıyla gerçekleşebilmektedir?. Futbol bir oyundur evet ama spordur aynı zamanda. Fenerbahçe, Futbolu bu  “oyun” kategorisinde yaparken, Trabzonspor işin “spor” kısmına ağırlık vermiştir. Sonucun “Şampiyonluk” olup olmaması, Trabzonspor için çok da önemli değildir.

 Kısaca Türkiye’de Spor toto Süper lig oyunlarının Şampiyonu Fenerbahçe’dir ama  Spor Toto Süper ligi  Spor müsabakalarının Şampiyonu da Trabzonspor’dur. Yani gönüllerin Şampiyonu. Bu vesileyle Trabzonspor’u  başta Teknik Direktörü Şenol Güneş olmak üzere tüm sporcularıyla, taraftarı ve teknik adamıyla canı gönülden kutluyorum. Kalın sağlıcakla..



Ve SP’de beklenen oldu!

 

Bir yıl önceydi, bir yazı yazmıştım ama o yazıyı yazarken Saadet partisi’nde muhtemel kongre için Ekim 2009 gibi bir tarih konuşuluyordu ama o kongre 11 Temmuz 2010’da gerçekleşti. O kanatta görülmemiş bir kongre oldu. Yani14 Mayıs 2000’deki Fazilet Partisi kongresini bile arattı denilebilir. Saadet Partisi’nde bile böyle bir kongre yapılabiliyor olması, Türkiye’nin Dün’ü ile bugün’ü arasındaki değişim ve dönüşümü izaha yetiyor sanıyorum. O nedenle geçen yıl ki yazımı yeniden yayınlama gereği duydum.(18 Temmuz 2010 mka)

 

 

“Numan Kurtulmuş’un planı ve İcraat Kabinesi

 

M. Kemal AYÇİÇEK – 4 Mayıs 2009

 

Başlığa koyduğum iki ayrı konunun normalde birbirleri ile uzak yakın bir alakası yok ama biraz derin düşünüldüğünde dileyen bir bağda kurabilir. Son yerel seçimlerde oy oranını artıran Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’un henüz kamuoyuna yansımamış planından söz edeceğim. Tabi bunlar, biraz da gözleme dayalı algılamalar. Daha sonra da AK Parti’deki kabine revizyonunundan ne anladığımı ortaya koyacağım. Şu Dilber hala diyesi, “Beğenenler alsın, beğenmeyenler..” falan da demeyeceğim.

 

Necmettin Erbakan’ın İran gezisinden sonra Saadet partisi’nde farklı sesler yükseldi. Bunlar olağan şeyler. Türkiye eski Türkiye değil ve Erbakan’ın da Saadet Partisi’nin başında dünya gözüyle oğlu Fatih Erbakan’ı görmek istediği gün gibi ortada. Her ne kadar Saadet partisi’nin mevcut Genel başkanı Numan Kurtulmuş, “emanetçi genel başkan değilim” dese de partinin eski kurtlarının partiyi Numan Kurtulmuş’a bırakmayacağı da bir gerçek.Saadet’te Recai Kutan’ın Genel başkanlığına içten içe partinin alt kademelerinden yapılan baskılar sonucu istenen Numan kurtuluş, Genel Başkan oldu. Oldu ama kendisi dilediği ve istediği bir yönetim yerine Saadet’in o eski kurtlarının, ya da perde arkasındaki esas yöneticilerinin (Oğuzhan ASİLTÜRK, Şevket KAZAN, Bahri ZENGİN,   Cevat AYHAN,  Hasan AKSAY,  Lütfi DOĞAN,  Av. Yasin HATİPOĞLU,   Teoman Rıza GÜNERİ,  Temel KARAMOLLAOĞLU,  Süleyman Arif EMRE,  Ali GÜNERİ) de etkisinden partiyi kurtarmak isteyeceği ayrı bir gerçektir.

 

Bilgisayar kuşağının önceki dönemini çağrıştıran Saadet Partisi’nin egemen isimleri, elbette son yerel seçimlerde oy oranını yükselten Numan Kurtulmuş’a , “tamam  genel başkan aynen devam et” derlerse o zaman Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan’ın Partide etkin bir görev alması ve muhtemel Genel Başkanlık yarışlarına girmesine razı olmuş olacakları anlamına gelecek. Ama Saadet Partisi’nde de Fatih Erbakan’ın Genel başkan adayı olarak Numan Kurtulmuş’un karşısına çıkması da “babadan oğla geçen monarşik “ sistemi çağrıştıracağı için, yeni nesil yani bilgisayar kuşağının buna tabi olarak itirazda bulunmasını karşılarına almış olacaklar ki, böyle bir görüntüde onlara hayır getirmeyecek. Onun için Saadet Partisi’nde böylesi bir ortamı oluşturmadan partideki hakimiyetlerini sürdürme çabası içinde olacaklar. Peki ama buna şimdiki Genel Başkan Numan Kurtulmuş, nereye kadar razı olacaktır?

 

Tabiî ki kongreye kadar. O kongre tarihi belki şimdi henüz belli değildir ama en kısa zamanda yapılacak bir kongre ile Saadet Partisi’nde işte bu “derin mücadele” bitirilecek. Saadet partisi’nin Genel Başkanı Numan Kurtulmuş, günümüz Dünya’sını, dünde olduğu gibi okumaya çalışıp, politika üreten değil bugünün reel politiğini doğru algılayıp, uygulamaya koyacak bir ekibini kurarak, o kongrede eskiye dair ne varsa, hepsinden helallık alıp tasfiye yoluna gidecek. Yani, duygusal anlamda Milli Nizam partisi ile başlayan ve MSP, Refah, Fazilet ve bugün Saadet Partisi adına gelen “Milli Görüş” geleneğini, tamamen Prof. Dr. Necmettin ERBAKAN etkisinden kurtaracak yeni bir yapılanmaya gidecek. Saadet Partisi’nden önce bunu Fazilet Partisi’ndeki o “yenilikçi” denilen ama çok az farkla kongreyi “gelenekçi”lere karşı kaybeden bugünün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve şimdi çiçeği burnundaki Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcı Bülent Arınç yapacaklardı. Onlar bunu başaramadıkları için AK Parti’yi kurdu ve iktidar oldular. Onlara “gömlek değiştirdiler” denilen Saadet Partisi’nde bu kez Numan Kurtulmuş ve arkadaşları “gömlek değiştirmeden” işi sıkı tutarak, kongrede Saadet Partisi’nin yürüyüşünü sürdürmeye çalışacaklar. Başka türlü yapamıyorlar çünkü!

 

Gelelim yeni kabineye

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı yeni Ak Parti Hükümeti’nin yeni kabinesi, Türkiye’de konjoktürel zaman kaybını giderecek ve icraatların hızlanacağı bir yeni kabinedir ve tam da AK Parti’nin mayasını temsil etmektedir. Bu Kabine de eski TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın yer alması, bundan sonra yapılması gereken ama sadece sözü söylenip, yapılamayan değil artık hangi söz nerde verilmişse bunların tümünün gerçekleştirileceği anlamına gelmektedir. Daha önce “Anayasa değişecek” denmiş ve değiştirilememişse, işte bu şimdiki kabine de olmayacaktır. Bu Kabinede verilmiş her söz, icraata dönüştürülecek demektir.

Bülent Arınç’ın kabinede yer almış olmasının açıkça izahı budur. Çünkü, Bülent Arınç, AK Parti’nin “Parti” olmasının temel taşlarından biridir. Bunun temeli, 2000’deki Fazilet Partisi’nin kongresine dayanmaktadır. AK Parti’nin kuruluş gerekçesi, o Fazilet Partisi kongresinde Bülent Arınç’ın olağanüstü duygusal ve de kardeşane yaptığı konuşmanın neticesindedir. Ama orada oyuna getirilmiş olmaları, Konya grubunun prokovatif tavrı, AK Parti’nin kuruluşunu zazuret haline getirmişti. Ve bunu el ele vererek gerçekleştiren Parti’nin “derin abisi”dir Bülent Arınç. Onun için yeni kabine de bu  “derin abi”nin yer almış olması, AK Parti’nin son yıllarda bir takım “katagulleler” yoluyla engellenmiş icraatlarının da yeniden hayata geçirilmesinin garantisidir. Sizlerde izleyin bakın, hani ilk yıllarında toplumda heyecan yaratan icraatları ile halkla bütünleşen iktidar partisi, sanki son iki yıldan beri halkın dertleriyle uğraşmaktan çok kendi derdine düşmüş ve de kendi canını kurtarma çabalarına girdiği için kendilerinden beklenen icraatları da gerçekleştiremedi. ….……………..yazının devamı için tıklayın