Başörtüsüyle kovulmuşlardı!


www.karadenizolay.com

 

M . Kemal AYÇİÇEK – 5 Şubat 2008 

 

Bir etkinlik için KTÜ’de (Karadeniz Teknik Üniversitesi)ki programı izledim ve dışarıya çıktığımda iki bayan öğrenci yanıma yaklaştı. “size bir sıkıntımızı iletmek istiyoruz” dediler. Buyurun dedim, “Bizi, başörtümüzle anfiye sokmuyorlar, Rektör beyden randevu istedik, ama vermiyor. Siz, bu durumumuzun ne olacağını sorar mısınız” dediler.

 

Sene 1989’du sanıyorum. Dönemin KTÜ Rektörü Prof. Dr. Kemal Gürüz’dü. Benim de yakından tanıdığım ve sevdiğim bir insandı Rektör Gürüz. Kızlara, “olmaz” dedim, öyle yasakçı birisi değildir, Kemal bey aydın bir insan, üstelik bir çok konuda KTÜ’yü Dünya’ya açan, çağdaş bir insandır.

 

O’nun gıyabında kızlarla tartıştım da, mutlaka bir yanlış anlaşılma vardır, siz becerememişsinizdir felan dedim ama nuh dedi peygamber demediler. İsterseniz siz de şahit olun dediler. Peki dedim, ben rektörden randevuyu alırım. Zamanını kararlaştırdık ve bir sonra ki gün için sözleştik.

 

Bir gün sonra ben KTÜ Rektörü Prof. Dr. Kemal Gürüz’den randevumu aldım, ziyaretine gittim. Rektörlük binası önünde de kızlarla buluştuk, birlikte sekreterliğe çıktık. Sekreter haber verdi, bende makam odasına doğru giderken Rektör bey kapıyı açtı, beni içeri davet ederken yanımdaki iki başörtülü kızı görünce anında sinirlendi ve “çıkın dışarı, defolun buradan, atın şunları dışarı” diye görevlilere emir verdi.

 

O dönemlerde şimdi ki gibi özel güvenlik gibi görevliler yoktu. Görevli, odacılar vardı. Sekreter vardı. Kızlar, “ama hocam” felan dedilerse de dışarı çıkarıldılar.Tabir caizse yaka-paça denebilecek bir şekilde tabi. Gözlerime inanamamıştım. Şok olmuştum. Hiç ummuyordum, beklemiyordum ve Rektör Kemal Gürüz’ü de hiç öyle sinirli görmemiştim.

 

O sinirle makamına geçtik ama rektör bey, bir türlü sakinleşmiyordu. Çok sinirlenmişti, o haline benim de tanıklık yaptığıma mı, yoksa kızların beni de oyuna getirmiş olmalarına mı bozulmuştu, ya da benim o kızlara alet olmuş olmamamı orasını tam anlayamadımdı.

 

“eski köye yeni kanun getirmek istiyorlar” gibi bir sözle başladı konuşmaya, sonra “bunlar yarın öbürgün, sorun olur çıkarlar karşımıza” dedi. “pek önemli değil ama bunlar, bir yerden emir almışlar ve üstümüze üstümüze geliyorlar, cami dediler, cami yaptırdık ama bir tanesi camiye gitmiyor ama başını örtüp derslere girmeye can atıyorlar. Bunlara fırsat vermemek gerekir” dedi.

 

Araya girip tabi “özgürlük” adına bir çok soru yönelttim ve cevaplarımı da aldımdı. Sonra tabi haberini yaptık. “siyasal simge” yaptılar bu işi, “bu işin arkasında cemaatler var” dedi. Tabi, bir cemaat var olup olmadığına ben o zaman da inanmamıştım. Çünkü, o kızların cemaatlerin yönlendirebileceği kızlar olmadığına inanmam için bir gözlemim yoktu!

 

O Kemal Gürüz’dü, sonradan YÖK Başkanı olan ve sonraki uygulamalar da ekranlarda gördüğümde, hep o başörtülerin kovulma anı gözlerimin önüne geldi. Zorla kovdum o görüntüleri kafamdan, ama son yıllarda sık sık gidip geldi ne yazık ki!

 

O kızlar, “türban”lı değil, “başörtülü”kızlardı. Bugün, bu kılık kıyafetin çene altı olarak ifadesi, başörtüsü, yandan çarklısı da türban oluyor. Bu yandan çarklı için de “siyasi simge” deniyor. Tartışılan bu başörtüsü, türban, yazma, yaşmak tarzı baş bağlama sorunu, taşralıların aslında eğitim ve öğretimde yer almalarının bir yansımasıdır.

 

Göç olaylarının son yıllarda büyük kentlerde yoğunlaşmasıyla, eğitim ve öğretimde köy kökenli öğrenci sayısının hızla artması sonucu oluşmuş bu manzara, bir siyasi olay gibi algılanıp, yöneticilerin bireysel tepkileriyle karşı konulmaya çalışılmış ama aşılamamış, aksine konulan yasaklara rağmen tepkileri ve dikkatleri de üzerine çekerek, büyüyen bir sorun olarak karşımıza çıktı.

 

Başörtülü öğrenciler, 1979  yılında daha çok İlahıyat fakültesi’nde(İlahıyat Fakültesi , Sadece Ankara’da vardı) görünürdü. O tarihte bir anfide 8 tane kız öğrenci varsa bunlardan sadece iki tanesinin başı açıktı ve o kızlar, o dönemin ülkücü kızlardı. Akıncı kızlar, başörtülülerdi. Ama o yıllarda, şimdi ki gibi bir göç olayı yoktu!

 

Şimdi, elbette bu ülkede belli makamlara gelmiş insanlar, neyin ne için yapıldığı noktasında elbette bizden daha iyi düşünecek ve ülkenin hayrına olacak kararlara imza atacaklardır. Ama, Anıtkabir’e gidip, kaygılarını dile getiren insanları da yabana atmamak lazım! Onların da kayı ve korkularına açık ve net cevaplar bulunmalı ve o insanların da “baş açıklığı” güvencelerinin teminatı verilmelidir.

 

Çağdaşlık güzel ama ya “çağdaş” olma adına bu ifadenin arkasına sığınılarak acaba bu ülkede bir geri gidişin önümü açılmak isteniyor? Bu kaygıları, AK partiye oy vermiş insanlar da duymuyor mu?

 

Evet, özgür olmalı Üniversiteler , baş örtüsü veya türban, gerçekte inancından dolayı bir öğrenci baş örtüyorsa amenna buna yasak konmamalı ama ya  adına “mahalle baskısı” denilen o müphem korku, onu nasıl aşacağız? Yok mu buna kastedenler, yok mu bu kaygıları haklı gösteren uygulamalar ?

 

İnternette şu Youtube’ye getirilen mahkeme kararları neyin nesidir? Siz, Youtube’deki bir videoya yasak koyarsanız, yarın öbürgün neler yasak olmaz ki bu ülkede, var mı bunun teminatı? Nedir?

 

Üniversiteler de “türban yasağı kalksın” diye TBMM’de yoğun bir çaba varken, o istismarcı çevreler, bunun ilköğretime ve tüm kamusal alana da yayılması gerektiğini söylemiyorlar mı? Bu işin orta yolu nasıl bulunacak? Tamam, yasaktan yana olmayalım ama kalkıp bunu tüm kamusal alanı da kapsar hale getirme peşinde olanlara da fırsat vermemeliyiz. Eğer, bunlara dikkat etmez ve istek ve talepleri karşılama çabasına girersek, bu ülkede hangi insan var olanla yetinme kanaatine sahip, kaç kişi var?

 

İnsanoğlunun talepleri bitmez ki, bir insana 10 milyar maaş verseniz , “yeter artık bana daha fazla maaş vermeyin, ben bu maaşla geçinirim, bu bana yeter ” der mi? Bireysel hak ve özgürlük alanlarında da durum aynıdır. Gelişen toplumlar, elbette sıkıntı ve sorunlarıyla gelişir ve büyür, biz de ülkemizde bu sıkıntı ve sorunlarla yaşamaya ve var olan sorunlarımız da ama birbirine kızmadan, bağırmadan, kırmadan, dökmeden anlatarak, anlaşarak, birbirimize inanarak, güvenerek aşmak zorundayız.

 

Kimsenin başka ülkesi yok, bu ülke hepimizin ve hepimiz bu ülkenin birer saygın insanları olarak, birbirimizi anlayarak, hoş görerek ama bağırmadan tüm sorunlarımız bir bir aşarak, muasır medeniyete ulaşmayı hedef edinmeliyiz. Varsa ki vardır, bu başörtüsü veya türbanı siyasi simge olarak algılayanlar, onlarda zil takıp oynasınlar! Gerisi hikaye. Kalın sağlıcakla.

 

Yorum bırakın