Asker, milletle kaynaşmalıdır

 

Nereye gidiyor Türkiye?

M. Kemal AYÇİÇEK – 8 Eylül 2008

Dünya’da her şey değişim sürecini yaşıyor. Türkiye’de de yeni Genel Kurmay başkanımız Orgeneral İlker Başbuğ, tıpkı Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül gibi, göreve gelir gelmez deyim yerindeyse soluğu ülkemizde yıllardır kan kayıplarına yol açan bölgemiz, Güneydoğu Anadolu bölgesi’ndeki illere giderek aldı. Orada vatandaşların büyük coşkusuyla karşılandı ve sivil toplum örgütü temsilcileri ile görüştü, fikir aldı ve o bölge insanının hissiyatına tanıklık etti.

Bu millet, “asker” dendiğinde, dininden sonra en fazla güven duyduğu bu kuruma karşı hiçbir zaman saygıda kusur etmemeye her ferdi ile özen gösterdi, gösterir de ama askerin halkla bütünleşmesi(!) hiçbir zaman gerçek anlamda sağlanamadı. Halk, güven duyduğu bu kurum tarafından adeta dışlandı. Şimdi hemen birileri, “aha da asker düşmanlığı yapıyor” mantığıyla bakabilir olaya ama öyle değil. Asker, bu milletin kendi çocuklarıdır zaten ama hiçbir çocuk, kalkıp kendi yemek yediği, çay içtiği yeri babasından anasından veya kardeşinden soyutlamaz. Ne yazık ki bu ülkede maalesef, sadece askerde değil köy hizmetlerinde bile özel misafir hanelerden tutun lokallere varıncaya kadar hep ayrıcalıklı ve de halka kapalı mekanlar oluşturuldu. Ve halk, bu kurumlarımızdan uzaklaştırıldı. O lokaller, hep girilemez yerler oldu.

Askeriye de de aynı mantalite hakimdi. Askeri gazinolar, garnizonlar içerisindeki kantinleri kastetmiyorum ama parklar da dahil lojmanları ile eğitim kurumlarıyla, araçlarıyla hatta üniformalarıyla halktan uzaklaştı. Halka, hep bir yerlerden mesajlar verilerek halk eğitilmeye, görgü kuralları da dahil her şeyi fiilen değil ama sözle ve yazılı talimatlarla ya camlara veya askerlik şubelerine koydukları afişlerle veya duyurularla yapmaya çalıştılar. Düşünebiliyor musunuz siz, askerlik şubelerine asılan afişlerde, anne ve babaların kılık kıyafetlerinin nasıl olması gerektiği işlendi. Adam, evladını asker edecek, oğluyla askerlik şubesine gidiyor ama onu orada babanın sakalına yasak uygulanan alanların afişleri ile babalara mesajlar veriliyordu daha düne kadar.

Dünya’da profesyonel askerlik gelişmişken bizde hala alaylı askerlik kavramıyla bu milletin çocukları askere alınıyor. Oysa bizim ordumuzun da profesyonel ordu haline gelmesi gerekmez mi? Şimdi, yeni Genel Kurmay Başkanımız Başbuğ’un mesajlarından bunları anlıyoruz. Bugüne değin parklarda bir subayla oturup sıradan vatandaşın sohbet ettiğine tanıklık edeniniz oldu mu? Bir yüzbaşı vardı, güya arkadaş olduk ama sivil elbiselerini giydiği halde halkın rahatlıkla oturduğu her hangi bir çay ocağında veya parkta oturup bir çay içemiyorduk. Asker, bu vatanda kışlasında askerdir ama ya sivil elbiselerini giydiğinde de hala asker mi olmalıdır? Bu, ömrünü askerlik görevine adamış insanların da “insan” haklarından yoksun kalması değil midir? O insanların, insanı duyguları, dostlukları, arkadaşlıkları, ahbaplıkları olmayacak mı? Ya onların çocuklarının? Veya eşlerinin?

Maalesef olmadı işte, askerimizin insan hakları maalesef gözetilmedi. Sadece onlara sanki “askersiniz, asker doğdunuz asker öleceksiniz, sivillerle aynı masada ve aynı mekanda görülmeyeceksiniz” mi dendi veya emredildi ki, askerler ilçelerde sadece kaymakamla, belediye başkanı(!) ile veya tapu sicil müdürü, nüfus müdürü, hakimle, savcı ile selamlaşabildi. Ama sıradan vatandaşla selamlaşamadı. Bu toplum, istediği kadar cahil olsun, okumamış olsun ama hani bir deyim vardır askerde “ali okulu” diye tabir edilir, oradan da mı geçmemiştir ki hep hor görülmüş ve dışlanmıştır.Oysa insanımız gururludur, öyle ayrıcalıklı muameleleri anında fark eder ve bunun gereği olarak da söyleyemezse de buğz eder. Susar belki, hissettirmemeye çalışır ama bunu aklının bir köşesinde hep tutar. Hafızası güçlüdür.

Devlet- millet kaynaşmasından söz edilir durulur ama asker-millet kaynaşmasından söz edilmezdi. Çünkü, askeriyede bırakın sıradan halkı bu ülkede eli kalem tutan ve halkla devlet arasında köprü olan ve iletişimden tutun haber aktarımına kadar her türlü bilgi akışında aracılık eden gazetecilere bile mesafeler konmadı mı? Akredite olunan basın kurumları ve hatta fert fert gazeteciler ayıklanmadı mı? Sanki o akredite olmayan gazeteciler asker düşmanıymış gibi bir hava yaratılmadı mı? Oysa gazeteci, aracıdır sadece, o’nun bir tarafmış gibi olması mümkün değil ki. O da kendisini bu milletin hizmetine vakfetmiştir, üstelik aldığı ücretle zar zor da geçinir ama kellesini milletine hizmete adamıştır. Tıpkı bu ülkenin askeri gibi, savcısı, hakimi, tapu müdürü veya milli eğitim müdürü gibi üstelik onlar kadar da bu devletten değil sadece çalıştığı kurumdan ona takdir edilen ücrete rağmen. Gazetecinin durumu bu iken ona bile yasak konurken milletle askerin kaynaştığından bu ülkede söz etmek mümkün olabilir mi?

Onun için diyorum, askerle milletin kaynaşmasının sırası gelmiştir. Bu milletle askerin kaynaşması sadece şehit cenazelerinde ve cami avlularında kalmasın. Gerçekte rol yapılmadan, profesyonelce halkla elele, iç içe, gönül gönüle olunsun. Sadece şehit babalarının ellerinin öpülmesi, şehit annelerinin feryatlarına saygı duyulması ile değil, kara günde değil iyi günde de bu birliktelik sağlansın. Sanırım yeni komuta kademesiyle artık insani duyarlılık ön plana çıkar ve ülkemizin bekçileri, askerlerimizle insanımız sözde değil özde de kaynaşmış olur. Rol yapılan her yerde o roller biter ve oyunlar sona erer. Rolde değil reelde birlikte olunmasının zamanıdır artık. Bu ülkede eli kalem tutan veya tutamayan hiç kimse, kendi ordusuna düşman olmaz hele az buçuk biraz da dünya görmüşse, Türkiye’nin ..………………………..yazının devamı için tıklayın