Ergenekon, mergenekon!


 www.karadenizolay.com

M . Kemal AYÇİÇEK – 10 Nisan 2008 

 

Hani kimileri serzenişte bulunuyor ya mesela, Türkiye’nin karanlığa  doğru yönelime gidişi konusunda ve hani o düşünce tarzına mensupların “olmazsa olmaz” diye ileri sürdükleri dayatmaları var ya, bende de takıntı yok değil elbette var!

 

Diyorum ki, şu Akdeniz Üniversite’nde hani alnındaki  “zilfikar” ile Üniversite içindeki öğrencilere rastgele silah çeken ve ateşleyen o sakallı Ö.U varya, hani yakalanamıyor ya, aranıyorda bulunamıyor ya, beklesinler maaş ödeme günü gelsin, nasılsa her hangi bir ATM’den maaşını(!) çekecek ya, o zaman yakalanır! Haksız mıyım!?

 

Ben 12 Eylül 1980’i ve dolayısıyla Kenan Evren’in sevenleri safındayım. Kendimi orada görüyorum. Ama bunun  nedeni, ihtilal seviciliğim değil aksine “görünmez”liğin karşısında oluşumdandır. Tanımadığım, bilmediğim, görmediğim kimi ellerin yönetiminde olmaktansa tanıdığım, bildiğim bir Saddam’a razı olma mantığından Evren’ciyim…

 

Hani o günlerin yöneticilerinin deyimiyle “bir günde bıçak gibi kesilen terör”ün arka planından sanki haberi yokmuş ve tedbir alınamıyormuş gibi bu ülkede kardeş kavgasının akmasına seyirci olanlara nisbet, ben diğer tarafta sayıyorum kendimi. Eğitimimin içine ettikleri için, istikrarsızlık ortamın da  benim çocukluğumu kabusa dönüştürdükleri için onları affetmiyorum.

 

Bu ülkede o günleri çöplerde cesetleri görerek yaşadık. Kurşunların vızıltıları altında okul sıralarının altlarına yattık, sokakta kurşunlara hedef olmamak için köşe bucak kaçtık, arkadaşlarımızın oturduğu mahallelere gidemedik, akşam hava karardığında hep bir yerlere sığınmak zorunda kaldık, geceleri eğlenemedik, gezemedik.

 

Yatılı okullardaki mütealalar da ışıklarımız söndü yazılılarımıza hazırlanamadık, koğuşlardaki yatağımızı göremedik, lavobalara el yordamıyla gidebildik. O günün zenci çocukları olarak bugünlere hazırlandık. Tuzu kuruların çocuklarından değildik, olmadık ta!

 

“Ergenekon” diye bir oluşumdan söz ediliyor. Belki yarın veya öbürgün “mergenekon” da çıkar. “Sarıkız” ve “Ay ışığı” teşebbüsleri olmuş. “Hizbullah” diye bir örgüt ve bunun “Devletin PKK’ya karşı kurduğu” ama sonra bunun da kontrolden çıktığı, “susurluk kazası”yla ortaya çıkan bir yığın bilinmezlik yumaklarının ülkesinde olmak, elbette saydam bir yönetimin arzulanmasını gerektirir. Böylesine karışıkmış gibi gösterilen bağlantılar, Demokratik bir ülke iddiasındaki Türkiye’de ise, o zaman medeni toplumlardan kendimizi sayma veya görme hakkımız olabilir mi?

 

Binlerce faili meçhul olayın, yüzlerce kayıpların bulunduğu bir ülkeyiz hala. İşlenen cinayetler, birer “infaz” edasıyla yapılırken, bir çok insanın çeşitli “andıç” larla, kimi hak ve hürriyetlerinden yoksun bırakılmış olmaları bu ülke de birer rastlantı mıdır?

 

Azıcık da olsa  mürekkep yalamış biri olarak bu ülkedeki tüm kurumlara başta olmak üzere, yönetimlerde yekti almış insanlara da tam anlamıyla güven duymak mümkün mü? En güvenilir bilinen(!) kurumlarımız bile bizleri sık sık hayal kırıklıklarına uğratmadı mı? Bu sistemin içinde yer almış görevi ne olursa olsun kime kendimiz kadar güvenebilmişiz, oldu mu öyle bir ortam?

 

Şimdi eski cumhurbaşkanı Turgut Özal başta olmak üzere, maliye eski bakanı Adnan Kahveci, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis, Trabzon eski valisi  İsmet Gürbüz Civelek, Erzincan eski Valisi Recep Yazıcıoğlu, Alpaslan Pehlivanlı ve tanınmış bir çok ismin ölümü, Allah’ın onlara biçtiği “ömür” gereğimiydi?

 

Görünmez ellerin yerine görünen ve ne yaptığından benimde haberim olan yöneticilerce yönetilecek ülkede, herkesin verdiği oyunun ağırlığınca güven duyup duymayacağı, adil, açık ve şeffaf bir yönetimin olduğu bir sürecin özlemindeyiz. Bunun sağlanması için de bu ülkeyi yönetme yetkisini eline almış olanların, bu yetkilerini “tüyü bitmemiş yetimin hakkı”nı  bir zaman değil sürekli garanti altına almadıkları sürece ben bu ülkede kurumlara elbette kuşkuyla bakarım ve elbette güvenmem de gerekmiyor öyle değil mi?

 

Şimdi neymiş meğer o günler.”Biz bu filmi gördük” senaryo aynı senaryo değil mi? Eee, o zaman sokakları savaş alanına çevirenler, bu ülke de “maaş” almadan mı yapıyorlardı o işleri sahi? Sahi o zaman ATM’lerde yoktu, hayat bu kadar “kolay” da değildi yani. Ne çileler çekiyormuş meğer zavallılar! “Ergenekon’un 8 bin bombası var ha!” Bu ülkede seçimler var ha, “bağımsız yargı” da varmış ha, daha neler neler varmış yaaa…! Ha unutmadan bir de “demokrasi” varmış daa! Öyle yaa!Gülüyorum sadece. Sizde gülün bence..Kalın sağlıcakla.

 

 

 

Yorum bırakın