Dünya’ya kötümser bakanlar


www.karadenizolay.com

M. Kemal AYÇİÇEK- 8 Haziran 2009

Kimilerinin yaradılışıdır “kötümser” olmak. “iyimserlik” de aynıdır.Çevrenizde, ilinizde, ülkenizde, komşu ülkelerinizde elinde güç bulunduran ve Dünya’ya, çevresinden başlamak üzere “kötümser” hava ile bakan herkes, size yaşanmaz bir Dünya profili çizer, ve siz de onun sayesinde yaşamınızdan da, sağınıza solunuza bakmaktanda, ilgi duymaktan da nefret edersiniz. Yani, kötümserlik havarisi bir arkadaşın ız veya bir dostunuz varsa, ömür billah, siz iflah olmaz bir karanlıklar Dünyasının elemanı olmaktan kurtulamazsınız.

Buna siyasetçiler, “bardağın boş tarafından bakmak” diyorlar. “bardağın dolu tarafından da bakın” diye de üsteliyorlar ama bunun anlayanı var anlamayanı var. Yıkanmış beyinler, önyargılarla oluşmuş fikirler, kolay kolay değişmezler. İsteselerde bu huylarından vazgeçemezler. Çünkü, yaşamlarını “kötümser”bakış ve onun yaydığı negatif etkilerle beslenen bir ruh ve beyinin sahipleridirler. Çevreye saçtıkları pis, kirli ve insanları tedirgin edecek kötülüklerin meyve vermesini ister ve onun etkisini yine çevrelerinde, yaşadıkları bölgede ve ülkede görerek bir vampir doymazlığı ile zevk alır ve öylesine nefeslerinin son demine kadar bunun mücadelesini verirler. Hani, genel anlamda “huy” denir buna, “can çıkar da huy çıkmaz” denen o atasözünün içerdiğidir aynı zamanda.

İnsanlarda arılar gibidir oysa hayatta, nasıl arılar her çiçekten  bal alıyorsa, insanlarda tanıdıklarından, tanımadıklarından mutlaka bir alıntı yaparlar aslında. Bunun belki farkına varmazlar ama öyledir. Dikkat edin, seyrettiğiniz televizyon kanallarından, okuduğunuz gazetelere kadar, ilginizi çeken konularda zaman harcarsınız. Siz seçersiniz, hangi fotoğrafa ne kadar zaman ayırmanız gerektiğini, veya izleyeceğiniz bir filmi veya diziyi siz belirlersiniz. Ona harcadığınız zaman koymaz size, ama ilgi duymadığınız bir film veya diziyi seyretmek zorunda bırakılırsanız evlerinizde belki oğlunuz veya kızınız veya eşinizle tartışırsınız da belki. İşte o kumanda için bile verdiğiniz mücadele aslında sizin “bal” arayışınızın bir neticesidir. Bunun farkında olmaz, gayri ihtiyarı davranış sergilersiniz, farkında olmadan.

Bir arkadaşım sordu, “Bu Abdüllatif Şener, ne yapar?” diye. Türkiye’de 61.partiyi kurdu. Türkiye Partisini. Öyle ya insanlar, bir şeyler düşünüyorlar ama yerli yerine oturtamadıkları düşüncelerini netleştirmek adına soru sorar ve aldıkları cevapla belki beyinlerinde iz bırakmış olayları, kendi mantık süzgeçlerinde bir yere oturtur ve rahat ederler. Ona verilecek cevap, size soruyu soranın samimiyetine bağlı olarak cevaplandırılabilir. Mesela, denebilir ki, Şener, halen Hükümet olan AK Parti iktidarında başlangıçta dördüncü adamdı. Sonra Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı olunca üçüncü adam konumunda olacaktı ama o ayrıldı. Yeni bir parti kurarak, iktidar olmayı ve Türkiye’ye katkı sunma yolunu seçti. Siz kendinizi onun yerine koyun bir an ve düşünün, siz üçüncü adam olsanız bu ülkeye etmek istediğiniz hizmetin yüzde kaçını yapardınız?

Yani Abdüllatif Şener, Bu ülkeye hizmet adına yola çıktıysa, ve gerçekten amacı hizmet etmekse bunu yeni bir parti kurarak, Türkiye genelinde parti örgütlenmelerini tamamlayarak, yeni bir seçime girerek ne alacağı belli olmayan bir oy ile İktidar olmayı hedef alacak onca çileyi çekecek ve o zaman kafasındaki “hizmet”i bu ülkeye kazandıracak! Yeni bir parti kurmak ki, Türkiye’de 61.partiyi kuruyor, bu zor yollardan geçerek vaad ettiği hizmetleri kaç yılda kazandırır bu ülkeye? Yoksa mevcut partisindeyken üçüncü adam olarak kalsaydı ve kafasındaki hizmet anlayışını hayata geçirmeye kalksaydı şuanda kafasındaki hizmetlerin ne kadarını yapabilirdi? Tüm bunlara net cevaplar verildiğinde ne yapmak istediği açıkça ortaya çıkmış olmaz mı? Abdüllatif şener’i bir örnek olarak verdim sadece, mesela SHP’den istifa eden Murat Karayalçın, partisinin genel başkanlığından istifa edip CHP’nin Ankara büyükşehir belediye başkan adayı oldu ama seçilemedi. Fakat, istifa ettiği partisinin yaptığı kurultaya bile katılmadı. İnsanlar, kendi kurdukları partilerden neden ayrılırlar? Mesela, DSP’yi yaratan kadın, Rahşan Ecevit, partisinden istifa etti. Ne demektir bunun anlamı? O DSP’nin kurulduğu günleri, o kadının Rahşan Ecevit’in ne emekler vererek o partiyi nasıl iktidar yaptığının yakın tanıklarından biriyim. Ama gel gör ki, birilerinin sırf kendi nefislerinin taleplerine uymaları, nefislerinin akıllarını esir aldığı insanların oralara sızmalarıyla birilerinin tırnaklarıyla kazarak, edindiği emekler boşa çıkarılabiliyor. O partileri bu durumlara düşüren insanların “iyimser” olduklarını kim iddia edebilir ki?

Güzel olan her şeye salt kendi nefsine ters diye karşı çıkanların “hizmet” kastıyla çıktıkları yoldan bu ülkeye ne yarar gelir. Rahmetli Bülent Ecevit’in ardından onure edilmesi gereken bir insan ki, o insan, o partinin ruhunu oluşturmuş, yemeden, içmeden, yatmadan, uykusuz gecelerini sabah ederek eski model seçim otobüslerinde, saçlarını ağırtmış bir hanımefendiye reva görülen davranışlar ortadayken, DSP’nin hala bu toplum için “bir siyasi parti”dir denebilecek nesi kalmıştır? Kısaca “köprüyü geçene kadar eşeğe dayı” demiş olmadılar mı yani? Nedir, siz kendinize sorun ve verin cevabınızı bakalım? Bu toplumda “doğru söyleyen dokuz köyden kovulur”a bir yeni örnektir DSP’nin kurucu Genel başkanı Rahşan Ecevit’in durumu, yalan mı?

Aslında bu haftaki yazımı 7. uluslar arası Türkçe Olimpiyatları’na ayıracaktım. Orada, Kırgız ve Moldovalı çocukların kolbastı’yı oynarken, o salonda kolbastıya ağlayan insanların varlığını konu edinecektim. Yine, ABD Başkanı Hüseyin Barac Obama’nın Kahire’de El-Ezher Üniversitesi’ndeki konuşmasından söz edecektim. Türkiye’de şu son teşvik paketinden söz edecektim, hani Trabzon başta olmak üzere Karadeniz illerinin 4. bölge kategorisinde yer almalarına yapılan itirazlara falan değinecektim ama olmadı. Duygularım, yukardakileri yazmamda ısrar etti, napayım. Yazıp ta bende rahatlayayım dedim sadece.Kalın sağlıcakla..

 

Yorum bırakın