Çin atasözü ve “Güneşi gördüm”


www.karadenizolay.com

 

M. Kemal AYÇİÇEK – 16 Mart 2009 

 

Şimdi ısındı meydanlar, kimin ne diyeceği varsa söylüyor artık. Dillerde “kemik” yok ya, liderler “mert-namert” tartışmalarına giriyor, halk bunları seyrediyor. Şu unutulmamalı, biz neysek o liderler de bizi yansıtır. Toplumda beğenenler olur beğenmeyenler olur ama halk arasında da aynı “söz”ler, zaten söylenir. Bunları “hoş” görmek mi lazım? Elbette daha “düzeyli” bir lisanın kullanılması en doğrusudur.

 

Kendi atasözlerimiz belki göz ardı ediliyordur diye Çin Atasözlerinden de ders almamız gerektiğini düşündüm. Mesela bir tanesin de derki, “çok öfkeli anınızda kimseye yanıt vermeyin”. Liderlerin kızgınlıkla söylenmiş veya öfkeyle söylenmiş sözlerine bakıp, moraliniz bozulmasın. Onlar, her birinize etki edip, sizin oylarınızı kendilerine çevirme gayretindeler. Şöyle düşünebilirsiniz, “adamlar, parti lideri olmuşlar, her biri koca koca adamlar ama konuşmalarında hiç de öyle gözükmüyorlar”. Böyle diyenler, kendilerine bir bakmaları gerekir. Her hangi bir yerde “siz” de bu tarz söylemlerde bulunmuş olamaz mısınız? Liderleri temize çıkarma kaygısıyla yazmıyorum, sadece meydanlarda bunlar olur, konuşulur ama seçimlerden sonra bu söylemler unutulur diye diyorum.

 

Bir Çin Atasözü var ki ben bunu ısrarla önemsiyorum ve hemen her sohbetimde özellikle de birilerinin çekiştirildiği ortamlarda kullanıyorum. Çok doğru bulduğum için, mizacıma uygun düştüğü için de hoşuma gidiyor belki ama bunu da sizlerle paylaşmak isterim. Bir Çin büyüğü, derki;

“ Birine kızgınsanız, ona laf söylüyorsanız, onu işaret ediyorsanız bakın, işaret parmağınızı karşıya doğru uzatın. O parmağınız, karşı tarafı gösteriyor hedef olarak. İşaret parmağınız sadece ilerideki hedefi gösteriyor, tek başına ama bir de o işareti yaptığınız da bir parmak karşı tarafı gösterirken aynı anda diğer üç parmağınızın da sizi(kendinize dönük) gösterdiğini unutmayın”

 

Şimdi siz kime kızgınsanız o kişiye kötü bir söz söylerken, onu işaret ederken işaret parmağınız belki karşı tarafı gösteriyor ama avuç içine kıvrılmış diğer üç parmak, her şartta sizi gösterir. O zaman herkesin böylesi düşünceyi dikkate alarak, kızgınlığını dizginlemesi gerekir. Kızgın olduğumuzda düşüncelerimizi ve duygularımızı abartarak ifade ederiz. Burada yapılacak olan düşünce tarzımızı değiştirmektir. “Her şey mahvoldu!” demek yerine “evet bu kötü oldu fakat dünyanın da sonu değil diyebilmek” tir.

“Asla” veya “hiçbir zaman” gibi kelimeler öfkeyi tetikler. Bunların kullanımı olabildiğince azaltılmalıdır. Mantıklı düşünmeye başlanınca öfkenin nesnesi belirlendiği için öfke azalır. Daha katlanılır bir hale gelir.

 

Güneşi gördüm ve Kırmızıgül

 

Yeni vizyona giren filmlerden biri “Güneşi gördüm”. Türkücülüğünden tanıdığımız Mahzun Kırmızıgül, iyi bir çalışma yapmış ve seyredilmeye değer bir filme imza atmış. Kimimiz “kürt” dendiğinde hemen celallenebiliyor.  Aynı kızgınlık ve öfkeyle bu olaya bakabiliyor. Oysa Çin Atasözü, bu konuda da geçerli değil mi sizce? Şimdiye kadar olmayan bir anlatım tarzı var filmin. Sinemadan çıktığımda bazı gözlerin altında oluşmuş kızarıklıklar ve torbacıklardan anladım gözyaşları akıtıldığını. İçinde duygusal yanı ağır basan insanlar, filmde yanında oturana çaktırmadan gözyaşı dökebiliyorsa o zaman işlenen konuda da bu ülkede aşılması gereken bir “sorun” var demeğe geliyor.

 

O filmde iki kardeş var, biri Türk askeri diğeri de dağa çıkmış terörist. Babasının önünde konuşmadan göz göze geliyorlar. Türk askeri olan kardeş, diğerine “operasyonda karşılaşırsak ne olacak ağabey” diyor, o sırada babası devreye giriyor, oğullarından asker olana “sen ölürsen şehit, ağabeyin ölürse de terörist olur” diyor.  Güneşi gördüm filmi ile Mahzun Kırmızıgül, güzel bir tercümanlık yapmış aslında. Hem kadın hakları konusunda, insan hakları konusunda izlenmeye değer bir eser meydana getirmiş. Sadece türkülerde kalmak yerine ufkunu aşmış ve hem yönetmen ve hem de oyuncu olarak iyi bir esere imza atmış, tebrik etmek gerekir.

 

Kimsenin doğduğu topraklardan uzakta olmasına gönlünün razı olduğuna inanmıyorum. Herkese, doyduğu yer değil doğduğu yer iyi gelir. Bakmayın öyle gurbetin bize “doğduğun değil doyduğun yer senindir” dedirtmesine. Zamanla ben de gurbet ellerde kaldım, oralarda büyüdüm ama “kuru soğan”da yesem, doğduğum yeri gittiğim ve gördüğüm hiçbir yere değişmem. Ben nasıl değişmiyorsam o gurbetlerde, yatlar, katlar, villalar alanlarda olsa, gümüş taslarla düşte alsalar hiç kimsenin oralarda mutlu olduğuna inanmıyorum. Herkesin vardır dışarıda olan gurbet yakınları, sadece yurt dışını kastetmiyorum, yurt içinde de olsa duygu aynı duygudur.

 

Evet, İstanbul, İzmir, Antalya, Adana, Gaziantep veya Bursa, her yer gitmeyenlere göre güzeldir de o güzellik kavramı, ne kadar bir süre içindir? Bence sadece turistik olarak gezilebilecek kadar güzeldir. Ama sürekli yaşamak için kendi memleketinden başka olan her yer, şartları ne olursa olsun hayatın dayattığı bir zoraki kalmadır, barınmadır. O da gönülden olmadıktan sonra bu yaşamın ne anlamı olur? Bizde de güzel bir Hadis var değil mi?

“Kendine reva görülmesini istemediğin şeyi, başkasına da reva görme” diye, tüm hayatımızda bir rehber olacak önemde değil mi? Kalın sağlıcakla.

 

 

Yorum bırakın